2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları’nın oylaması için 2006 yılında gitmiş olduğumuz İtalya’nın Torino şehrinde bir hafta kalmış bu süre içerisinde Fransa’ya geçip Monaco, Nice ve Cannes i görmüştük.
Doğunun Paris’i, Erzurum’da yaşayan biri olarak Fransa’nın başkenti Paris’e gitmek o günlerde nasip olmamıştı. Moda ve sanatın merkezi Paris’i görmek için 2018 yılını n 17 ağustosunu beklemem gerekiyormuş.
Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan 09.30 da bindiğimiz uçak saat 13. 00 de Paris’in Orly Havaalanı’na bizi getirdi.
Bu havaalanın hafızalarımızda acı bir hatırası vardı.
Ermeni terör örgütü Asala, 15 Temmuz 1983 yılında Orly Havaalanı’nda ,THY bürosuna bombalı bir saldırıda bulunmuş bu eylemde ikisi Türk, dört Fransız ,bir Amerikalı ve bir İsveçli ölmüş ,içinde yirmi sekiz Türk vatandaşının olduğu toplam elli altı kişi yaralanmıştı.
Orly Havaalanı fazla büyük olmayan ,bakımsız ve eski görünümüyle sıradan havaalanlarından biriydi. Çalışanların çoğu sömürge ülkelerinden gelen siyahlardı.
Rehberimiz Ahmet Erbaş uzun yıllar Belçika, Hollanda ve Amerika’da yaşamış profesyonel biriydi .İlk iş olarak saatlerimizi bir saat geri aldık.
Havaalanında işlemlerimiz halledip, pasaport kontrolünden çıktıktan sonra bavullarımızı alıp bizi bekleyen aracımıza bindik.
Şoförümüz Milo ile tanıştık. Kendisi yaşlı ve tecrübeli biriydi..
Bu arada rehberimiz Fransa’da musluk sularının içilmediğini, Lüksemburg ve Belçika’da içildiğini söyleyerek kalabalık ortamlarda çok yankesicilik olduğunu hatırlatıp, dikkatli olmamız konusunda bizi uyardı.
Aracımız Panoramik tur için hareket etti. Trafik sıkışıktı.
Kişi başına 45 000 doların düştüğü Fransa, 66 milyon nüfusu ve 3 trilyon dolar GSMH ile gelişmiş bir ülke . Askeri ve politik alanda söz sahibi olan bu ülke ,otomotiv ,kimya ,tekstil ve demir çelikte önemli bir konumda olup sanatın ve modanın merkezi olarak da ün yapmış.
Paris’in 15 milyon nüfusu var .Bu nüfusun 2,5 milyonu eski Paris’te diğer kalanı ise kenar semtlerde yaşıyormuş.
Sen Nehri üzerinden geçtik. Nehrin büyüleyici görüntüsüne hayran kaldık.
Paris, MÖ.300 yılında Paris isimli bir kabilenin Sen Nehri üzerindeki bir adaya yerleşmesiyle kurulmuş. Uzun dönmem köy olarak kalmış, daha sonra kasaba Roma döneminde ise şehir olarak büyümüş. Roma’nın yıkılmasından sonra daha da büyüyen şehrin nüfusu 12 000 kadar çıkmış. Büyük Şarl döneminde ise gelişmesine devam etmiş . 1848 yılı III Napolyon döneminde , 20 yıl süren kentsel dönüşüm planı uygulanmış ve şehrin % 60’ı yıkılarak zenginlerin yaşayacağı görkemli binalar yapılmış.
Aracımız bizi tarihi eserlerin olduğu yere getirdi. Ağaçlarda yapraklar sararmıştı. sanki Paris’e sonbahar erken gelmişti.
1804 yılında Napolyon’un askerlerine sizi zafer taklarının altından geçireceğim diye söz vermesi üzerine yaptırdığı ve 1834 yılında biten Zafer Takı’nı ve ileride ünlü markaların ve restoranların bulunduğu Şanzelize Bulvarı’nı gördük. Firmalar kiradan zarar etseler bile prestij için burada yer tutuyorlarmış. Solda ünlü Lido Gece Kulübü vardı.
Paris’in altında başka bir Paris’in bulunduğuna dikkat çeken rehberimiz, şehrin altında 2100 km tünel bulunduğu bilgisini verdi.
Solda meşhur Eyfel Kulesi’ni gördük. 1887-1889 yılları arasında 20 ayda tamamlanan kule, 324 m boyunda olup toplam 18 000 parçadan yapılmış ve üzerinde 2.5 milyon perçin varmış.
Yapıldıktan sonra yıkılacak olan kule İlk beş ayda masrafını çıkarmış ,dolayısıyla fazla gelir getirdiği düşüncesiyle yıkılmasından vazgeçilmiş ve Paris’in sembolü olmuş. Fransız İhtilâli’nin 100. yılı için yapılmış olan bu kulenin üzerinde 72 Fransız bilim adamının ismi yazılmış. Rehberimiz, Avrupa ülkesi olsa da Fransa’da da aklın ermediği birtakım tuhaflıklar olduğundan bahsetti.
Öyle ki ,bir zaman Notre Dame Kilisesi’ni hurda diye satılığa çıkarmışlar. Bunun üzerine Victor Hugo ünlü Notre Dame’in Kamburu isimli romanı yazıp farkındalık oluşturunca bu işten vaz geçmişler ve burayı restore etmişler. Buna benzer bir cahillik örneği de tren garı için olmuş.1972 yılında tren garını yıkmak istemişler halk buna müsaade etmeyince burayı müzeye dönüştürmüşler.
Caddelerde yürürken Brasserie isimli kafelerin çokluğu dikkatimizi çekti.
Yolumuz üzerinde muhteşem mimarisiyle askeri okulu ve Napolyon Bonapart’n yaptırdığı altın kubbeli kiliseyi gördük. Bonapartı’ın mezarı buradaymış. lahit 7 katlıymış.
2.Dünya Savaşı’nda Hitler ,Napolyon’un mezarını görmek için gelmiş ama içeri bakmak için eğilmek gerekiyormuş. O da eğilmek istememiş ve bir ayna getirmişler böylece eğilmeden içeriyi görmüş.
Hitler, 1665 basamaklı Eyfel’e çıkmak istemiş ama protesto için kabloları kestiklerinden çıkamamış.
Aracımızla yol alırken sağ tarafımızda Düşünen Adam Heykeli’ni gördük. Daha sonra 14. Lui döneminde yapılan Gaziler Evi’nin önünden geçtik. Kapısının önünde toplar bulunan bu ev, şu anda askeri müze olarak hizmet veriyormuş. Devam edecek…..