Ana Sayfa Gundem Ekonomi Siyaset Asayiş Eğitim Spor Kültür & Sanat Sağlık & Yaşam Araştırma Polemik Bölge Türkiye
Erzurum şirket sermayesinde 6. sırada
Erzurum şirket sermayesinde 6. sırada
Aile ve Gençlik Fonu’na başvuru verileri açıklandı
Aile ve Gençlik Fonu’na başvuru verileri açıklandı
Kurtulmuş’tan Yeni Anayasa çağrısı
Kurtulmuş’tan Yeni Anayasa çağrısı
Erdoğan: ‘Milletimize hayırlı olsun’
Erdoğan: ‘Milletimize hayırlı olsun’
‘Oyunları birer birer bozduk’
‘Oyunları birer birer bozduk’

Abdurrahman Zeynel

Münevver, Aydın, Entelektüel Ve Halk
9 Ekim 2019 Çarşamba

Yığınlarca problemleri olan toplumuz. Osmanlı toplum yapısı durağanlığa girdiği günden beri, sosyal, kültürel, ekonomik ve ahlaki buhranlarımız sayılamayacak kadar çoğaldı. Zihnimiz allak bullak oldu. Problemleri çözme azmindeki aydınlar toplumsal problemlere doğru cevap veremeyince halktan koptular. Artık halk bir dünyada, aydın başka bir dünyada yaşar oldu.

Toplumun içine düştüğü bu durum; enerjisinin boş yere harcanmasıyla sonuçlandı.   Yöneticiler; halka tepeden bakmakta, aydın halk zıtlaşması alabildiğine artmakta mağlubiyetlerin ardı arkası kesilmemektedir. “Aydınların” beyaz dediğine “halk” siyah demekte, kültürde, musikide, sanatta, ekonomide ve sosyal hayatta tezatlar birbirini takip etmektedir.

Tanzimatla başlayan bu zıtlaşma  ne yazık ki Abdülhamit ile İttihatçılar, Yeni Osmanlıcılar arasında şiddetini giderek artırmış,  ne yazık ki bu tartışmalar Abdülhamid-Atatürk- İnönü'nün isimleri etrafında günümüze kadar ulaşmıştır. Özellikle 1950 sonrası başlayan tartışmalar 2000'lerin başında dozajını ne yanık ki  hesaba gelmeyecek bir şekilde artmıştır.

Osmanlı toplum hayatı; sosyal, ekonomik, ideolojik ve etnik olarak birbirinden kopuş, bir tarafta azınlık halindeki “aydınlar” diğer tarafta sahipsiz teşkilatsız  “ halk yığınları'nı” kavgalı hale getirmiştir. Etnik, ekonomik ve ideolojik farklı zümrelerin ve toplumların bize düşmanlığını anlayabiliriz. Ama insanımızın ve aydınımızın kendi kendine düşman olmasını anlayışla karşılayamayız. Ancak yukarıdakileri söylemek yetmez çünkü “dert bizde deva bizde” ifadesinden yola çıkarak bu tezatları çözmeliyiz. İki asırdan beri devam eden halk, yönetici ve aydınlarımızın dramını çözmek mecburiyetindeyiz.

              Münevver veya Aydın Kavramı:

 İnsanlık tarihi incelendiğinde, yöneten ve yönetilenler olarak ikiye ayrılır. Bu Pareto’nun koyduğu adla “Seçkinler”,Toynabe’nin ifadesiyle  “hâkim azınlık”, Dahrendorf’un  “elit tabaka" dediği yönetici zümreler hep azınlık durumundalar. Bunların en belirgin özelliği seçilmiş olmalarıdır. Özellikleri okumuş ve bilgi ile aydınlanmış olmalarıdır. Bu özellik “aydını” veya “yöneticiyi” fikir üretmeye, yönetme taktiği geliştirmeye zorunlu kılmıştır.

 Aydın entelektüel olmalıdır. Gehenno’ya göre Entelektüel’in ilk vasfı "dürüstlüktür”. Entelektüel ilk aklına geleni yapmaz. İhanet ediyorsa şuurludur.  Şuursuz bir ihanet anlayışsızlığı gösterir. Kafası işlemeyen adam ise entelektüel olamaz. Th. Maulnier ise "Entelektüelin görevi düşünmek, hakikati aramak, serbestçe yaratmak, nesnel bilgiye ulaşmaktır”.Entelektüel “hiç kimseye ahmakça saygı göstermeyendir”. Müeseseleşen doktrinlere şüpheyle bakandır. Onun için naslara bağlanmak kısırlaşmaktır. Gelenekle savaş, modaya teslimiyet değildir. Hükümleri aklın ışığında verir. Tutkuların değil.

Münevver ile halk arasında ortak unsur “dinamik ve statik kültürdür”. Kültür birliği oldukça el ele, omuz omuza çalışılır. Birlik sarsıldıkça bağlar kopar, çatışmalar artar bir birini kabullenememek, çekememek ve hor görmek duygusu artar.

Aydın toplumda genel anlamda tüketicidir. Halk ise üreticidir. Aydın; kol emeği ve beyin gücüyle hayatını idame ettirir. Halktan aldığını halka adil olarak vermezse halk ile bağı kopar. Aydın veya münevver bu durumda yabancı kültürlerin etki alanına kolay düşer. Çözümü kendi iç dünyasında değil etkisi altında kaldığı kültürlerin mirasında arar.

               Yükseliş Döneminde Osmanlı Münevveri

Osmanlı toplum yapısı her haliyle orijinaldi. Hayatın temeli “İslam’dı”. İslam’ın, tevhitçi, bütüncü görüşleriyle toplunun zati özelliklerini bir arada tutuyor ortaya olgun bir toplum yapısı çıkıyordu. Lonca sistemi, vakıf teşkilatı, aş evleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, toprak sistemi, eğitim anlayışı kendi kendine yeten bir toplum oluşturuyordu. Bunun sonucunda aydın ile halk kaynaşıyor, halkın problemlerini çözüyor, zaman, zaman kendi aralarında kendi aralarında problem yaşasalar da toplumun iç dinamikleri içinde eriyip gidiyordu. Bu durumu görüp Padişaha risale yazan Koçi Bey’di. Koçi Bey risalesinde, yazar problemleri tespit ederek çözüm yollarını  önerirken, Katip Çelebi düşüncenin önündeki engelleri misalleriyle vererek aksayan taraflara parmak basmış, Koca sekbanbaşı risalesinde kendince çözüm üretmişti.

Yükselme  dönemlerinde kurumların sağlamlığı sayesinde aydın halktan aldığını halka verdi. Halkın öncüsü oldu. Problemleri çözdü. Halkla kaynaştı. Ancak Karlofça anlaşmasından sonra aydın dinamiğini kaybetmeye başladı. Ortaya çıkan problemleri çözemiyor, bocalıyor,dünyadaki değişmeleri takip edemiyordu. Böylece halk ile aydın duygu, düşünce çözümleme şekli açısından bir birinin dilini ve tavrını anlayamıyordu.

Halbukî dünya değişiyordu. Rönesans ve Reform hareketleri Avrupa’yı, Dünya’yı derinden etkilemiş, batı;  aç gözlülüğü, dünyayı sömürme, zapt etme içgüdüsü ile hareket ediyor, yağmalıyor ve sömürme gücünü artırıyordu. Diğer taraftan dünyanın bilimsel ve teknolojik gelişmelerine öncülük ediyor, makineleşmesini sürdürüyordu.

Bu asırlarda Osmanlı aydını kendini yenileyemediği gibi eskiyen müesseselerini de yenileyemedi.  Sosyal  yapı dünyaya ya ayak uyduramıyor, aydınlar sınıfta kalıyordu.Münevverimiz  bilim, sanat, hikmet, felsefe ve dünya görüşü bağlamında kendini yenileyemedi. Cemil Meriç; "neden bir dünya görüşümüz yok" sorusuna cevap arıyor, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Aykut Edibali tarihten devir alınan problemlere işaret ederek çözüm öneriyorlardı.  Fakat kaçınılmaz son gelmişti. Bir toplum için en kötü gerçekleşiyor, yönetici zümre, aydın ve halk birbirine  gittikçe yabancılaşıyordu.

Askeri mağlubiyetlerle başlayan süreç aydınlarımızın ve yönetici elitimizin moralini çökertmişti. Şu olay gerçeği bize göstermektedir. Mısır ordusu Torosları aşmış iç ana doluya yürürken, Konya ovasında Devlet gücüyle Eyalet gücü karşı karşıya gelmekteydi.  Türk ordusunda müşavir olan ünlü General Moltke hava tahmin raporlarının olup olmadığını sorduğunda aldığı  cevap şaşırtıcı ve üzücüdür. Osmanlı Müşiri böyle şeye ihtiyaç duymadıklarını, gerekliyse bunun öğrenmenin kolay olduğunu söyler. Ve bir çoban çağrılır. Çobanda keçinin kuyruğuna bakarak yarın havanın nasıl olacağını söyler. Durum budur. Aydının halktan kopmasını kolaylaştıran; sosyal, ekonomik, askeri ve eğitim anlayışı olgunlaştıkça durum içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Bu dönem aydınları önce yenilgi psikolojisini tattı. Bu durum onları ürkek, alıngan ve güvensiz kıldı. Batı ilerledikçe şüpheleri artan aydın toplumu ve kendini var eden özellikleri inkâr yoluna girdi.

Psikolojisi bozulmuş aydınlar müesseslerin yeniden düzenlenmesini istemeye başladılar. 1873 yılında  askeri okulların düzenlenmesi ile bahriye okulu, topçu okulu kuruldu. Faransız uzmanlar bunların açılmasına öncülük etti. “Baron Dö Tod” bunlardan biriydi. Peşine ilan edilen Tanzimat ve Meşrutiyet hareketleri müesseseleri yeniden tanzim işini hızlandırdılar. Alfabe tartışmaları bu dönemde sürüp gitti.  Bu dönemde İngilizlerin etkisi artıyordu. Misyonerlerin Osmanlı coğrafyasında açtıkları on bine yakın okul yarayı derinleştirirken, etnik ayrışmayı artırmanın ötesine taşıyor, tam bir bölücülük yapıyorlardı.

Aydınlarımız Tanzimatla birlikte yabancıların menfaatlerini de savunmaya başladılar. Kurtuluş savaşı öncesinde Amerikan, İngiliz, Fransa'nın mandasını kabul etmek isteyenler cirit atıyordu. Azınlıklara; siyasi, iktisadi, eğitim ve dini haklar verdiler. Hayati olaylar artarak devam etti. Ancak en büyük çatışma ne yazık ki; sarık, cübbe, fes ve ceket çevresinde meydana geldi. Günümüzde bu kavga ; başörtüsü, tekke, cübbe, mini etek etrafında şekillenmektedir.

Batı bu dönemde kendisinden aldığımız müesseseleri korumak için; Avrupa hukukunu, deniz ticaret hukukunu ve ceza hukukunu kabul ettirme cihetine giderken ne yazık ki aydınlarımız Batının bu isteğini anlayamadılar.

Aydın- halk tezadı derinleşmiş ve kesinleşmişti. Artık problem çözmek yerine problem üretiyorlardı. Yine bu dönemin en büyük özelliği aydınların İstanbul dışına çıkmayışıydı. Boğaz kenarında oturuyor, Osmanlı coğrafyası hakkında fikirler sedediyorlardı. Aydınlarımız kurtuluşu ve kalkınmayı batıdan gelecek fikirler ve paralara bağlıyorlardı. Aleksandre Helpand “Türkiye’nin Can Damarı” adlı kitabında bunu şöyle tespit etmişti. “ Türk aydınları halktan kopmuş olduklarından, halkın perişanlığını bilmiyorlar. Avrupa’dan alınacak yardımlarla Türk toplumunun Batı uygarlığına katılabileceğini sanıyorlar. Türk toplumu batı uygarlığının dışındadır. Batı ile onun arasındaki ilişki sadece sömürenle sömürülen ilişkisidir. Türkiye bir Avrupa sömürgesi olma yolundadır”.

Bu dönem aydınlarının bir bölümü "medeniyetçilik" sloganının arkasına geçerek toplumun tek çaresi kayıtsız, şartsız batının her şeyini kabullenmesini telkin ederken, diğer bölümü İslamcılığı öne çıkarıyor kurtuluşun burada olduğunu savunuyordu. Zamanla bir kısım İslam toplumlarının Osmanlıya sırt çevirmesiyle bu düşüncenin sonunu görülmüş, akıbet Türkçülüğe kalmıştı. Vatan ayaklarının altından kayıp gidiyordu. Kafkaslar, Balkanlar ve Kuzey Afrika  kaybedilmişti. Bu dönemde  öne çıkan fikirleri Ziya Gökalp alarak sistemleştirdi.  “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde formüle etti.

 Aydınlardaki bu düşünce değişimleri; Peyami Safa'da “Doğu –Batı sentezi,  Ahmet Hamdi Tanpınar’da “Terkibe” dönüştü. Tanpınar  "Huzur" adlı romanında bunu “coğrafya, kültür, her şey bizden kesinlikle bir terkip bekliyor” şeklinde özetler.İdeolojiler çağında ise kavga daha ileri giderek devam etti. Kimileri Sosyalizmde, kimileri sosyal demokraside, Kimileri “Marksizimde”, “Kaddafiçilikte”,”Humeynicilikte” bir kısmı ise “Laisizmin katıksız” uygulamasında gördüler. 20 yüzyılın son yılları bu fikirlerin kavgasıyla geçti.

Aydınımız batının ihdas ettiği  "izim’lerin" girdabında bocaladı durdu. Enerjisini boşa akıttı. Hayaller dünyasında fırtınaya tutulmuş kayık gibi bir o kıyıya bir bir bu kıyıya tosladı durdu. 1960 ihtilali, 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi, 28 Şubat  Postmodern darbesi ve 15 Temmuz kalkışması ne yazık ki dış telkinlerin iç uzantıları eliyle hayata sokulmasıydı.

Bu dönemki aydınlarımızın en büyük zaafı ilmi bir metodu benimsemeyip hazır formülcülükten kurtulamamış olmalarında saklıydı. Bu nedenle batının ideolojik ve dünya çapındaki hamlelerine karşı cevap veremediler. Olayları aklıselim etrafında tahlil edememişlerdir. İlmi, milli, yerli bir düşünce teorisi geliştirememek en büyük zaaflarını teşkil etti. Öyle ki Kimileri Fransız Emile Duyrkeyim’i, Kimileri Le Pay’ı Kimileri Marksı, kimileride A.Comte’yi taklit ederken birileride Seyyit Kutup, Muhammet Kurup, Cemalettin Afgani'yi takip etti. Taklitçilik duygusu bir Türk Sosyoloji okulunun kurulmasına da engel oldu.

             Reformist Ve Muhafazakâr Aydınlar.

Reformist aydınlar her şeyi ile batıyı isteyerek zamanla halktan kopmuşlardır. Batıyı yüceltirken yerli kültürü inkâr yolunu seçmişlerdir. Abdullah Cevdet gibiler “Türk ırkının bozulduğunu, Almanya’dan damızlık erkek getirilmelidir” derken, Tevfik Fikret Robert Koleje kapılandıktan sonra “Bugün vicdanım da tebdili tebaiyet etti” cümlesini kullanırken Rıza Tevfik “Biyolojik Materyalizmi” savunuyordu.

Bunlara karşılık, Namık Kemal Osmanlıyı ve İslamı kötüleyen Pozitivist Ernest Renan’a karşı İslam’ı ve Osmanlıyı savunmak için “Renan Müdafaasını” yazıyor,  Ahmet Mitat’ta Namık Kemeli takip ediyordu. Serveti Funun’culardan R.Z.M.E krem’in  “Araba Sevdasında”, A.Hamit’in “Finten”inde, H.Ziya  “Aşk-ı Memnusunda” kahraman olarak hep batılıları seçtiler.

Kendilerini Muhafazakâr Münevver gören aydınlar ise eski yerli kültürün yaşayacağını zannederek, tarihlerine inanıyor ve onunla avunuyorlardı. Milli ve dini sloganlar peşinden koşuyor ama yeni bir şey söylemiyor, etkileri günümüze kadar geliyordu.

Bu dönemim muhafazakârları tesirsiz, reformistleri zararlı oldular. Çünkü topluma yabancılaşmışlardı. Türk aydınının genel vasfı  "batı değerlerini kabullenme ve kendi değerlerine sırt çevirme biçiminde olmuştu".  Aydınlarımız batı kültür ve medeniyetini kritik edecek bilgi ve donanımdan mahrumdular. Bilgileri sığdı. Ama batının bir kez cazibesine kapılmışlardı. Artık dönüş  yoktu.

 Cumhuriyet döneminin önde gelen edebiyatçılarından Yakup Kadri’de, Tanzimat’tan beri aydınların kafalarını  “ Avrupa irfanına” yeterince teslim etmemesini tenkit ediyor ve “ şeklen Avrupakari değil, ruhen Avrupai olmaya çalışalım” diyordu.

Cumhuriyetin seçkinleri de tıpkı Osmanlının son dönem aydınlarının yolunu izlediler.1930 yılında Ankara’ya gelen İtalyan büyük elçisi, Norman Vonbiçof  “köy sosyolojisi” uzmanıydı. Derhal harekete geçilerek elçinin bilgilerinden faydalanma cihetine gidildi.

Yahu üstad, sen bu işin uzmanısın, köylerimiz üzerinde ne yapabiliriz, bize bir plan çizebilir misin?” derler. Büyük elçi kısa bir düşünceden sonra  “tabi bir plan yapabilirim, ama önce köyünüzü bir görmem lazım, köyünüz şu anda nasıl bir yapıya sahiptir? Potansiyel imkânları nelerdir? Talepleri nedir?   sorularına cevap bulmalıyım derken bizim seçkinci yöneticilerimiz, bu düşünceyi bir hayli anlamsız bulurlar ve ortalama şu cevabı verirler. “Üstad önemli olan oranın şimdi nasıl olduğu değil, bundan sonra nasıl olması gerektiğidir, buna ise köylü değil biz karar veririz, orası biz nasıl istersek öyle olur”. Bu düşünce günümüze taşınmış özellikle Milli Eğitim Bakanlığında bunun uygulamaları son 30 yılda belirgin şekilde görülmüştür.

 

Batı medeniyetinin ve uygarlığının nihai olduğu tezinin kabulü bir hataydı. Zira beynelmilel, çağdaş, evrensel hiçbir medeniyet yoktur. Cemil Meriç çağdaşlaşmaya verdiği cevap ilginçtir. “Çağdaşlaşma kadar rezil, adi ve katil bir kelime yoktur. Bu çağ neden Avrupalıların çağı olsun. Türklerin, Hintlilerin, Patagonyalıların, Fransızların, İngilizlerin birlikte yaşadıkları bir tarihtir. Bu tarihte çağ içi, çağ dışı nasıl olabilir? Yani çağ bir dairemidir ki bir kısım insanlar bunun içinde bir kısmı da bunun dışında yaşasın. Bu korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren, biçareliğimizi, elimizin kolumuzun bağlı olduğunu, efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluruz”.

 Batı medeniyetinin üstünlüğü, batı emperyalizminin aydınlar üzerinde meydana getirdiği emperyalist düşüncenin mahsulüdür. Bu batının mandacı, dayatmacı düşüncelerinin kabulü anlamını taşır. Tanzimatla birlikte başlayan, İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve günümüzde Amerikan hayranlığı bu düşüncelerin sonucudur.

                        Aydın–Halk Uyuşmazlığı Günümüzde de Devam Ediyor:

Cumhuriyet kurulduktan sonra yerli, çekilen acılardan çıkarılan dersler sonrasında ortaya konan gelişme hamleleri yine aydının sığlığı, halktan bir müddet sonra kopmaya başlaması ve Hitler hareketinin Aydınları etkilemesi ile Alman hayranlığı artar. İkinci dünya harbinden sonra Amerikan hayranlığı zirve yapar. Aydınlarımız için kurtuluşun reçetesi Ameriklılardır. Onların bize vereceği her şey doğrudur. Hatta 1960’larda okullara dağıtılan süt tozları, Amerikan unları Amerikan hayranlığı sonucudur.

 Aynı dönemde materyalist düşünce aydınlarımızı etkilemektedir. Bir tarafta; Rusya’yı sevenler,Tito'ya bağlananlar, Enver Hoca'cı olanlar ve Mao sevdalıları bu dönemde hızla  artarken öbür tarafta  "Kaddafici, Kutupçu, Arafatçı ve Humeyniciler artmaktadır. Sonuçta bu iki farklı dünya görüşü aydınların beyninde kavgaya dönüşerek sokağa taşmış 1960-1980 arasında kıyasıya kavga etmişlerdir. Bu dönemde halk unutulmuş, zavallı Anadolu çocukları kör bir kardeş kavgasına sürüklenmiş, emperyal güçlerde bu kavgayı uzaktan kıs kıs gülerek izlemişlerdir.

               Aydın-Halk Bütünleşmesi Nasıl Sağlanır:

İki asırdır devam eden aydın–halk çatışması durmalıdır. Halk; aydının kendine öncülük etmesini, kendisi için göz, kulak ve rehber olmasını beklemektedir. Bunu ise “aydın” kendisinde zihni inkılâbı geçirerek, bilimsel, sosyal tarihi verileri kullanarak, halkıyla kucaklaşması sağlayabilir. Aydın; çatışma halindeki halkın değerleriyle; müesseseleri barıştırmalı, topluma; dünyayı nasıl algılayacağını öğretmeli, yeni, sağlam, bilimsel, ekonomik ve kültürel değerler kazandırma yönünde gayret göstermelidir.

Halk ise asırlardan beri inandığı değer ve yargılarının eskidiğini, yeniden yorumlanabileceğini, doğru olanları alabilecek, yanlışlardan kaçabilecek bilgilerle kendini donatmalıdır. Kavga ederek, dışlayarak, ötekileştirerek bir yere varılamaz. Elbette aydını görüş ufkunu anlamak için zor olacak ancak yarının dünyasında onurlu yaşamak için bu yolda gayret sarf etmek gerekecektir. Bu yol biraz sancılı ve zor olabilir ancak mesele geleceğimiz ise buna herkesin katlanması gerekir.

Sonuç olarak bunların olması için, münevver halkıyla barışmalı, münevver  gerçek dinle tanışmalı bozulan inanç değerlerini doğru bir yola sokmalıdır. Devlet ile halk kaynaşmalı, devlet halkına merhamet ve şefkat elini uzatmalı, halkta kendine uzatılan bu eli sıkıca tutmalıdır. Bunlar yapıldığında toplumda görülen içine kapanma psikolojisi kalkacak, halk devletine güvenecek, aydın halktan aldığını adaletli bir şekilde geri verecek toplum yeniden huzur toplumu haline dönüşecektir.

Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
DADAŞ GAZETESİ
YAZARLAR
Nedim Atakol
Nedim Atakol
Bir yerde Reis’e ve partisine olan destek azalıyorsa bilesiniz ki orada kötü bir temsil vardır…
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ARŞİV
DADAŞ
ANKET
Erzurum Havalimaninin ismi ne olsun?

Recep Tayyip Erdogan
Nafiz Kotan
Palandoken
Saltuklu
Dadas

Sonuçları göster Anket arşivi
Ana Sayfa Gundem Ekonomi Siyaset Asayiş Eğitim Spor Kültür & Sanat Sağlık & Yaşam Araştırma Polemik
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva