Genel iktisadi değerlendirmeler yapılırken temel makro göstergelere bakmanın uygun olacağını dile getiren Prof. Dr. Karabulut, “Temel makro göstergeler, Büyüme, işsizlik, enflasyon, cari açık, dış ticaret gibi ülkenin sosyo-ekonomik yapısını etkileyen temel göstergelerdir. 2014 yılını değerlendirirken, bir önceki yılın göstergeleriyle karşılaştırma yapmak faydalı olacaktır. 2013 yılına göre 2014 yılındaki iktisadi gerçekleşmelerin bir kısmının olumlu bir kısmının ise olumsuz olduğunu görmekteyiz. Değerlere bakıldığında büyüme oranı, enflasyon oranı, işsizlik oranı ve toplam borç stoğu olumsuz iken, ihracat artışı yaşanmış, ithalatta ve cari işlemler açığında azalma olmuş ve cari işlemler açığı/GSMH oranında düzelme yaşanmıştır.” diye konuştu.
RUYA’DAKİ İKTİSADİ KRİZ VE PETROL FİYATLARINDAKİ DÜŞÜŞ
Rusya’daki iktisadi sorunun Türkiye ekonomisine olumlu ve olumsuz olmak üzere iki yönlü bir etkisinin olacağını ifade eden prof. Dr. Karabulut, “Olumlu yönler; Putin’in durgunluktan kurtulmak için Türkiye’yi çıkış yolu olarak görmesi ve bunun ekonomik yansımaları. Bu durum, Türkiye’nin Rusya’ya özellikle gıda ürünleri ihracatını artırmakta ve artırmaya devam edecektir. Ayrıca, Rusya’nın petrol ve doğal gaz hatlarını Türkiye üzerinden kurmak istemesi de Türkiye’yi doğal gaz ve petrol hatlarının merkezi konumuna getirecektir. Türkiye’nin yaklaşık 250 milyar dolarlık ithalatının 60 milyar doları petrol ithalatından oluşmaktadır. Bu nedenle, petrol fiyatlarındaki düşüş, Türkiye ekonomisi üzerinde olumlu etkilere sahip olacaktır. Ödemeler dengesine olumlu yansıyacaktır. Üretim maliyetleri düşeceği için üretim artışına sebep olabilecektir. Ayrıca, yerli tüketicinin alım gücü artışına bağlı iç talebi de canlandırabilecektir.
Diğer taraftan, Rusya’nın ekonomik gerilemesinin özellikle Türkiye turizm sektörüne olumsuz yansımaları olabilecektir. Türkiye’ye gelen turistlerin yaklaşık yüzde 35’ini Rusya’dan gelenler oluşturmaktadır. Yaklaşık 25 milyar dolarlık turizm gelirlerinin yüzde 35’i 8,8 milyar dolar eder. Rus turist sayısında yüzde 50’lik bir azalma olması durumunda Türkiye’nin yaklaşık 4,5 milyar dolarlık bir kaybı olur. bunu önlemek için Türkiye’deki müteşebbisler Rus turistlere özgü kampanyalar başlatabilirler. Örneğin 1 Ocak 2014’te otel için ödenen Ruble miktarının 2015 içinde geçerli olmasını sağlayabilirler. Böylece Ruble’nin değer kaybından dolayı gelemeyen turistlerin yine Türkiye’ye gelmesi sağlanabilir.
Rusya’ya ABD ve AB tarafından uygulanan ekonomik ambargolar Türkiye’nin bu ülkeye özellikle gıda sektörü ihracatını artıracaktır. Ayrıca devlet başkanı Putin’in boru hatlarının Türkiye’den geçmesi yönündeki tavrı da ayrıca katkı yapacaktır ki, bunların toplam etkisi turizm gelirlerindeki azalmadan çok daha fazla olacaktır. Kısacası Rusya’nın ekonomik durgunluğu Türkiye açısından kazançlı sonuçlar verebilir” dedi.
DÖVİZ KURUNDAKİ YÜKSELME
Döviz kurunun yükselmesinin TL’nin değer kaybetmesi anlamına geldiğini kaydeden Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerem Karabulut, “TL’nin değer kaybetmesi bir taraftan ithal ürünlere bağlı üretim yapanların maliyetlerini artırdığı için üretimin düşmesine sebep olacaktır. Diğer taraftan ise, ithalatın azalmasına ve ihracatın artmasına sebep olacaktır. Ayrıca, ihracat artışına bağlı olarak cari açığında düşmesini sağlayacaktır. Nihayetin de 2013 yılında 65 milyar dolar olan cari açığın 2014 yılında 45 milyar dolara düşmesinin sebeplerinden birisi de döviz kuru artışına bağlı ithalat düşüşü ve ihracat artışıdır. Petrol fiyatlarındaki düşüş de diğer önemli sebeptir. Kısacası döviz kurundaki artışın Türkiye’nin dış ticaret açığını azaltacağı beklenebilir.2013’te ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 60 iken, bu oran 2014 sonu itibarıyla yaklaşık yüzde 65’tir. bu oranın artacağı tahmin edilebilir.” Diye konuştu.
ORTA GELİR TUZAĞI
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerem Karabulut, değerlendirmesini şöyle sürdürdü; “Orta gelir tuzağı, bir ülkede belli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra, o düzey civarında sıkışıp kalmayı ifade eden bir kavramdır. ABD’deki kişi başına düşen gelirin yüzde 20’si ekonomiler açısından orta gelir düzeyi kabul edilmektedir. ABD’nin kişi başına düşen gelirinin yaklaşık 50 bin dolar olduğu kabul edildiğinde, Türkiye’nin 2007 yılından bu yana orta gelir tuzağına düştüğü söylenebilir. Türkiye’nin bu orta gelir tuzağından çıkmasının temel yolu yüksek ve sürekli bir büyüme hızını yakalamasıdır. Bunun için de yapısal reformlar yapması ve üretim altyapısını yüksek katma değerli teknolojik üretim yapacak şekilde dönüştürmesi gerekir ki, mevcut çabaların bu yönde olduğu anlaşılmaktadır. Bunun gerekliliğini anlamanın en basit örneği, Almanya ve Türkiye’nin nüfusları hemen hemen aynı olmasına ve Türkiye coğrafi olarak daha büyük olmasına rağmen, Almanya’nın ihracatı yaklaşık 1,5 trilyon dolar, Türkiye’nin 2015 hedefi ise 173 milyar dolar
SURİYE SORUNU
Bilindiği gibi, 2011 yılından bugüne kadar yaklaşık 2 milyon mülteci Türkiye’ye gelmiştir. Bu insanlar için Türkiye’nin harcadığı para miktarı ise yaklaşık 5 milyar dolardır. Bunun yanında, Türkiye’nin bu ülkeye yaptığı ihracat durma noktasına gelmiş ve ABD ve AB Türkiye’yi siyasi olarak tam desteklememişlerdir. Diğer taraftan gelen mültecilerden kaynaklanan sosyal sorunlar da olmuştur. Tüm bunlar Suriye krizinde Türkiye’nin önemli zararlar gördüğünü göstermektedir. Ancak uzun dönemli gelişmelerin neler olacağı ve Türkiye’ye nasıl yansıyacağını yaşayarak görmek gerekmektedir.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Çözüm sürecinin başlatılması aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin köklü altyapısının pratiğe dönüştürülmesidir. Gerekli ve doğru olan bu sürecin başarısını da zaman gösterecektir. Çünkü süreci etkileyen çok sayıda dışsal değişken bulunmaktadır. Bu sürecin başlatılması gerekliliğini şununla izah etmek mümkündür: Bu olayların başlamasından bugüne kadar yaklaşık 40 bin insan ölmüş ve 500 milyar dolardan fazla para harcanmıştır. Ayrıca, Türk-Kürt ayrımı varmış gibi kardeş kavgası çıkarılma riskleri doğmuştur. Bu nedenle, çözüm sürecine 2015 yılında hız verilmesi ve Türkiye”nin birlik ve bütünlüğüne zarar vermeden köklü devlet tarihine yakışır çözümler bulunabilmesi anlamlı olacaktır.”
|