Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr.Savaş Eğilmez, Gezi Parkı’yla ilgili açıklamada bulundu. Eğilmez, “Yaklaşık 3 haftadır kimilerine gör 2, kimilerine göre 6, kimilerine göre de 9 ağaç bahanesiyle İstanbul ve Ankara’nın bazı semtlerinde yaşanan olayları ibretle ve üzüntüyle izliyoruz.” dedi.
Eğilmez, açıklamasını şöyle sürdürdü:“Biz bu olaylardaki tepki ve faaliyetleri iki gruba ayırıyoruz. Birinci grup; Gezi Parkı merkezli Taksim meydanının yeniden düzenlemesi planına karşı demokratik haklarını kullanarak karşı çıkan ve daha yeşil bir çevre isteyen insanlar. İkincisi ise bu insanları kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı yıllardır besleyip büyüttükleri kini kusanlar. İkinci grubun profesyonelce yönlendirildiği ve amacının provokasyon olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Amaçlarına ulaşabilmek kullandıkları argümanların başında sosyal medya ve dış basın geliyor. Hangi niyeti taşıdıklarını anlamak için sosyal medya üzerinde oluşturdukları grupları takip etmek yeterli olacaktır. Ermeniciler dahil bütün bölücüler, bu gruplarda kol kola girmiş insanımızı provoke etmek, infial ortamına sokmak ve ülkemizi büyük bir kaosun içerisine sürüklemek için yalan ve iftira temelli bilgilerle büyük komplolar kurma uğraşındalar. Başta da söylediğimiz gibi bu marjinal gruplar, sınırlarımız dışından destek alıyorlar. Bunların en önemli destekçisi uluslararası kamuoyunda oldukça etkili olan bazı basın yayın organları. CNN ve BBC başta olmak üzere şöhretli ajanslar, saatler süren özel yayınlarında, saatler süren yalanlarla uluslararası kamuoyunu yanlış bilgilendirerek, ülkemizin imajını bozmaya çalışıyorlar. Empoze etmeye çalıştıkları Türk baharı safsatası tutmayınca, Türkiye’yi bir Afrika ülkesi gibi gösterip, her yerde isyanların çıktığını ve çok sayıda ölümün gerçekleştiğini telkin etmişlerdir. Aslında uluslararası medyanın Türk Devleti’ne karşı takındığı bu tavır, Türkler için yeni bir şey değil. Avrupa ve Amerikan medyası bugün yaptıklarının aynısını 1850 ile 1925 yılları arasında 1960’da, 1970’de, 1980’de de yaptı. Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermenistan Devleti kurma amacıyla oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla bir çok isyan çıkartmışlardır. Bu isyanlar Ermeni komitelerince “Ermenilerin Türklerce katledilmesi” olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartılmıştır. Bu amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu’nun birçok yerinde çalışmalar yapan Hıristiyan misyonerler. İstanbul’daki büyükelçilikler ve Anadolu’daki konsolosluklar bu propagandanın batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.
Bütün bunlara Batı basınının aynı paraleldeki yayınları da eklenince, Hıristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle ilgisi olmayan mesajlarını benimsemeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. O halde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönem de gerçekten de böyle yapılmıştır. Bu durum Türk Devleti’nin imajını bozdu. Avrupa ve Amerika’da Türk Devleti’ne karşı ciddi bir önyargı oluşturarak, içerideki bölücü ve isyancıları meşrulaştırmaya çalıştı. Bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Suriye’deki ölümleri alt yazıyla geçiyorlar, Türkiye’deki eylemlere saatlerini ayırıyorlar. Ve ne hikmetse, nasıl bir habercilik önsezisi ise dış basın olaylar başlamadan, olayların çıkacağı bölgeye karargâhını kurmuş oluyor. Haberlerin finali hep aynı; Türkiye karışık, Türk Devleti despot, Türkler kötü. Birinci dünya savaşı öncesinde de Türklere karşı büyük bir kampanya yürüten Avrupa ve Amerikan basınının içeride de taşeronları vardı. Bugün de 100 yıl öncesinden hiç farkı yok. Bugün de dış basının Türkiye’deki taşeronları faaliyetlerine hızla devam ediyor. Yaşadığımız coğrafya çok zor bir bölge. Her zaman dikkatli olmalıyız, hiçbir zaman rehavete girmemeliyiz. Bir gözümüz hep açık uyumalıyız.”