Atatürk Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi tarafından düzenlenen Aile Hizmeti panelinde konuşan Atatürk Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji Bölüm Koordinatörü Doç. Dr. Mevlüt Özben, Türkiye’de evlenen çiftlerin 5’te 1’inin boşandığını ve dünyada boşanmanın en yüksek ülkenin ABD olduğunu söyledi.
AÖF PANELİ
Atatürk Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi tarafından düzenlenen panele katılan Atatürk Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji Bölüm Koordinatörü Doç. Dr. Mevlüt Özben, toplumda çeşitli olumsuzluklar yaşayan insanların arasında ailesini kaybetmiş veya aile bütünlükleri bozulmuş çocukları çoğunlukla ikincil kurban olarak görüldüğünü söyledi.
ÖZBEN’İN SUNUMU
Doç. Dr. Mevlüt Özben, ”Mühendisler iyi bilirler bir köprünün dayanıklılığı ayaklarının dayanıklılığının ortalamasıyla ölçülmez, en zayıf ayağın dayanıklılığı ile ölçülür. Benzer şekilde, bir toplumla ilgili genel bir şeyler söylemek gerektiğinde de, bunu toplumu bir arada tutan unsurların ortalaması üzerinden yapamazsınız, yapmamanız gerekir. Kırılganlığı yüksek olan unsurları tüm açıklığı ile ortaya koymak ve bir şeyler yapmak gerekir. Bence Koruyucu Aile Hizmetleri böyle bir şey yapıyor. Kısaca bir şeyler yapmaya çalışıyor, sorumluluk alıyor. Toplumda çeşitli olumsuzluklara muhataplığın düzeyi bakımından dezavantajlı olan insanlar hep olmuştur. Bu dezavantajlı insanlar arasında ailelerini kaybetmiş ya da çeşitli nedenlerle aile bütünlükleri bozulmuş çocuklar ilk sırada yer alırlar. Bu çocuklar pek çok bakımdan toplumsal eşitsizlik basamaklarının da en altında yer alırlar. Deprem gibi bir doğal afet ya da ekonomik kriz gibi insan etkinliklerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir olumsuzluğun etkilemesi beklenen insanların, grupların dışında, bir de hesaba katılmayan "ikincil kurban" ya da "ikincil kayıp" kavramlarıyla ifade edebileceğimiz insanlar vardır. İşte, ailelerini kaybetmiş ya da aile bütünlükleri bozulmuş çocuklar çoğu zaman hesaba katılmayan, görmezden gelinen ikincil kurbanlardır. Koruyucu aile hizmetleri söz konusu ikincil kayıpların önlenmesi işlevini üstlenmiştir. Burada ikincilikle anlatmak istediğimiz, bir tür dışlama, hesaba katmama, gözden çıkarmadır. Şimdi, diyebiliriz ki, bu çocuklar (ikincil kurbanlar) çoğunlukla görünmezdirler, hatta kimileri için "gözden çıkarılmış" olanlardır. Şimdi diyebilirsiniz ki, ailelerini kaybetmiş veya aile bütünlükleri bir şekilde bozulmuş çocuklar her zaman vardı. Evet, her zaman vardı kuşkusuz, ancak konu bugün için iki bakımdan daha bir aciliyetle ele alınmak durumunda. Çünkü: Günümüz modern toplumları, insanlık tarihin en yüksek boşanma oranlarının kaydedildiği toplumlardır.” dedi.
ABD’nin dünya da boşanma oranlarının en yüksek ülke olduğunu ifade eden Doç. Dr. Mevlüt Özben, “Bizde ise, bir fikir vermesi açısından, TUİK verilerine göre, 2012 II. dönemde toplam 173.462 kişi evlenmiş aynı dönemdeki boşanma sayısı ise 33.197, yani yaklaşık evlenme sayısının 5'te 1'i boşanıyor. Denilebilir ki, hiçbir zaman, böylesine yüksek boşanma ve yeniden evlenmenin kayıtlandığı bir dönem hiç olmamıştır. Günümüz dünyası sosyal bağlar ve güvenlik mekanizmaları bakımından daha korunaksız, hatta acımasız bir dünyadır. Geleneksel dünyada büyük aile, akrabalık yapıları, dinsel cemaatler; klasik modern dönemde de ise ulus, sendika, mesleki dayanışma ve hatta komşuluk gibi pek çok sosyal bağ ve güvenlik mekanizması söz konusu iken; günümüzde, yani küresel şimdi de kendimizi güvenceye almak için yapabildiğimiz tek şey sigorta poliçelerinden oluşan kağıt parçalarından ibaret. Şimdi, bu koşullarda, yani acımasız dünyada ailelerini kaybetmiş ya da aile bütünlükleri zarar görmüş, dağılmış çocuklar ne olacak? Bu soru da iki bakımdan önemli: ilki insan olarak bu çocukların içinde bulundukları durum ve geleceği bakımından önemli. İkincisi ise, toplumumuzun geleceği bakımından önemlidir. Bu iki yaklaşımdan özellikle ikincisi bizi risk toplumu kuramına götürüyor. Risk toplumunu kısaca tanımlamam istense şöyle derim: Risk toplumu geleceği tozpembe görmeyen ve geleceği hakkında endişeli olan bir kaygı toplumudur. Günümüz modern toplumları baştan aşağı endişe toplumlarıdır. Burada tehlike ile risk kavramlarını birbirinden ayırmamız lazım. Risk ve tehlike aynı şeyler değillerdir. Örneğin, geleneksel dönemlerde aileler ve onların bütünlüklerini bozabilecek tehlikeler hep mevcuttu. Hastalıklar, savaşlar, kazalar vb. unsurlar bu tehlikelerden ilk akla gelenleridir. Oysa, geleneksel dünyada aile bütünlüğüne ilişkin risk mefhumuna rastlanmaz. Çünkü risk fikri geleceğe hükmetme ve gelecekle meşgul olma ile ilgilidir. Günümüz modern toplumlarında ise risk bireyleri aileleri beklenmedik bir anda vuran olayların yarattığı risktir. Söz konusu riskler insan yapımıdır ve insanın bilinç düzeyinin bir sonucudur. Risk toplumu kuramının merkezinde "önlenmesi gereken" bir gelecek olduğundan, konumuz gereği, Koruyucu Aile Hizmetleri de önlenmesi gereken bir gelecek kaygısından hareket eder. Risk toplumu bilincin şartları solladığı bir toplumdur. Gerçekten de, çoğumuz soluduğumuz hava ve içtiğimiz suyun temizliği, yediğimiz gıdaların güvenliği ya da küresel ısınma ve nükleer tehditler gibi konularda bir bilinç düzeyi yakalamış durumdayız. Dahası bu konularda bir hayli dikkatliyiz ve belirli hassasiyetlerimiz var. Küresel ölçekte sağlığımızı ve insanlığımızı tehdit eden unsurlara karşı tetikteyiz. Çünkü bizler olası birincil kurbanlarız. En azından böyle düşünüyoruz. Peki ya ikincil kurbanlar onlar hiç aklımıza geliyor mu? Burada şuna dikkat etmek lazım, bu çocuklar anne ya da babalarını kaybettikleri için veya aile bütünlükleri bozulduğu için "kurban" değiller. Bana göre bu çocuklar, biraz önce ifade ettiğim gibi, tam da, kendimizden başka neredeyse kimseyi düşünmediğimiz için kurbanlar ve bu yüzden ben bu çocuklara ikincil kurbanlar diyorum. Risk toplumu bağlamında düşündüğümüzde, insanları geleceğe kaygı ile bakmak zorunda bırakan ve aileleri tehdit eden pek çok unsur var. Örneğin pek çok insan için borçlu olmak, yaşamın genel koşulu haline geldi. Borca girmeden yaşamak neredeyse imkansız gibi. İnsanlar ev, araba, gıda-giyim, çeşitli mal ve hizmetler hatta tatil için bile borçlanıyorlar. Dahası da var, dinsel ritüellere katılım için dahi borçlanabiliyoruz. Borçlanarak umreye gidiyoruz ya da kurban kesiyoruz gibi. Bu bakımdan, deyim yerindeyse, aileler saati bomba gibi ve bu bombaların art arda patlaması boşanma oranlarını arttırdığı gibi aile bütünlüğünün zarar gördüğü, dağıldığı daha üzücü olaylara da sebebiyet verebiliyor. Ayrıca, yükselen bireycilik, kadınların erkeklere olan bağımlılığının azalması, gergin evlilikler özellikle çiftlerin ikisinin de çalıştığı ailelerde gözlemlenmektedir, boşanmanın toplumsal olarak kabul edilebilir hale gelmesi ve yasal olarak boşanmaların kolaylaştırılması da, dağılan, bütünlükleri zarar gören ailelerin ve elbette çocukların sayılarının hızla artmasının diğer nedenleri arasında gösterilebilir. Bunlar arasında yeni bireysellik üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bugün, yeni bireysellik biçimlerini şekillendiren katıksız bir konformist çağda yaşıyoruz dersek abartı olmaz sanırım. İstek ve arzularımız dışında her şeyin ikinci plana itildiği günümüz dünyasında, bencillik dizginlenemez bir hal alıyor. Eskisi gibi, mesleki rollerimiz ya da annelik-babalık gibi tanımlı toplumsal rollerimiz yetmiyor bize, daha fazlasını istiyoruz, hep istiyoruz ve küresel kapitalizmde sonuna kadar destekliyor bizi. Bencillik o denli kuşatmış ki bizi, her alanda yegane olmak istiyoruz. Manzara bu olunca başkalarının yaşamlarını ıskalıyoruz, ikincil kurbanları göremiyoruz. Şimdi başta söylediğimiz köprü benzetmesine dönecek olursak şunu söylemek gerekir: Nasıl ki, bir köprünün taşıma kapasitesi en zayıf ayağının taşıma gücüyle ölçülüyorsa, bir toplumun insan kalitesi de, o toplumun en zayıf üyelerinin örneğin yoksulların ya da aileleri dağılmış çocukların hayat kalitesi ile ölçülmesi gerekir. Risk toplumu modernliğin genelleşmesinin bir sonucu ve modernliğin bugününün bir okumasıdır. Bir fikir vermesi bakımından ABD'ye bakabiliriz. Özgürlükler, refah ya da başka bakımlardan dünyanın bir numarası olarak gösterilen ABD, boşanma oranlarının en yüksek olduğu ve nüfusunun en yüksek yüzdesini hapishanede tutan ülke aynı zamanda. Modernlik, özellikle küreselleşme süreci ile birlikte genelleştikçe beraberinde getirdiği pek çok olumsuzlukla da baş etmek gerekecek ve zaten baş edilmeye de çalışılıyor. Şöyle diyebiliriz: Modernleşme hoşumuza gitmezse ilk durakta inebileceğimiz bir araba değil; insan yaşamı ve onuru için sağladığı avantajları nasıl kullanıyorsak, beraberinde getirdiği olumsuzluklar da baş etmek zorundayız ve konumuz gereği Koruyucu Aile Hizmetleri de bunu yapmaya çalışıyor.” diye konuştu.